Sözlü Edebiyat:Sözlü Edebiyat, Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Maniheizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir.İslamiyet öncesi Türkedebiyatı, M.Ö. 4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türklerin İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin KökTürkler’e ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türkedebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.
Sözlü Dönemin Özellikleri:
- “Kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir.
2. Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “heceölçüsü” kullanılmıştır.
3. Nazım birimi “dörtlük“tür.
4. Dönemine göre arı bir dili vardır.
5. Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir.
6. Daha çok doğa,aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
7. Bu döneme yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.
Sözlü Edebiyatın Ürünleri:
Koşuk; islamiyet öncesi Türkler‘in söyledikleri şiirlerdir. Genellikle kendi başına bütünlüğü olan dörtlüklerden oluşan koşuklar, manilere ve koşmalara kaynak olmuştur.Türkler islamiyet öncesi belli dönemlerde, “sığır töreni” adı verilen av törenlerinde, “Toy / Şölen” adı verilen kurban törenlerinde ziyafetler ve kazanılan savaşlar sonunda, tüm boyların erkekleri biraraya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoklukla aşk, doğa ve yiğitlik konularını işleyen ve “kopuz” adı verilen sazla birlikte söylenen şiirlere “koşuk” adı verilir.Ayrıca halk edebiyatında en çok kullanılan ve en çok sevilen nazım biçimidir.
Sagu: ölen bir kişinin ardından yazılan bir tür ağıt şiiri. Genelde ölen kişinin erdemlerini ve yiğitliklerini konu alır. 7’li hece ölçüsü ile yazılır. Edebi sanatlara yer verilir. Dörtlüklerle yazılır. Ölen kişinin kahramanlıklarını, başarılarını, erdemlerini ; kalanların acısını ve duyulan üzüntüyü dile getirir. sagu nazım şekliyle söylenir. Bu şiirlere İslâmiyet sonrası halk edebiyatında ağıt, Divan edebiyatındamersiye denir.Yuğ denilen ölüm törenlerinde söylenir.Divânu Lugatit-it Türk’teki Alp Er Tunga (Saka Türklerinin yazdığı) sagusu bu türün önemli bir örneğidir.
Sav:atasözü niteliğinde, az sözle çok şey anlatan, anlam yoğunluğu bulunan, özlü sözlerdir. Divân-ı Lügati’t-Türk’te pek çok sav vardır. Bugünkü atasözlerinin karşılıklarıdır.
- Örnek: Tag tagga kavuşmaz, kişi kişige kavuşur. (Dağ dağa kavuşmaz,insan insana kavuşur.)
Sözlü dönem destanlarının özellikleri:
- Toplumun ortak görüşleri yansıtılmıştır.
- Olağanüstü özellikler bulunmaktadır.
- Önemli kişiler han, kral gibi seçkin kişilerden veya toplumun kabullendiği bir kahramandan ibarettir.
- Söyleyiş milli dil tarzındadır.
- Oldukça uzun yazılardır.
- Milli nazım ölçüsü kullanılmıştır.
- Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde gruplandırma yapmak mümkündür.
Türk Destanlar :
Saka Devri Destanları
- ALP ER TUNGA DESTANI:
Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya””daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır””ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga””nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ””in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot””ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga””nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud””a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip””e göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı “Efrasiyab”dır. Divan ü Lûgat-it Türk””de Turan hükümdarlığının merkezi olarak “Kaşgar” şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin “Efrasyap” sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. Şecere-i Terakime””ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S. 7. yüzyılın başındaki Köktürk hakanının “Efrasyab” soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle “Tunga Alp” le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir: Alp Er Tunga Öldü mü Dünya sahipsiz kaldı mı Korkak öcünü aldı mı şimdi yürek yırtılır Felek yarar gözetti Gizli tuzak uzattı Beğlerbeyini kaptı Kaçsa nasıl kurtulur Erler kurt gibi uludular Hıçkırıp yaka yırttılar Acı seslerle bağırdılar Ağlamaktan gözleri kapandı Beğler atlarını yordular Kaygı onları durdurdu Benizleri yüzleri sarardı Safran sürülmüş gibi oldular Kutadgu Bilig””de “Alp Er Tunga” hakkında şu bilgi verilmektedir: ” Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. iranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. iranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir.Kitapta olmasa onu kim tanırdı.” Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı şehname””de tesbit edilmiştir. şehname””nin başlıca konularından biri iran -Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdü
2.Şu Destanı :
Şu Destanı, Türkler’in en eski destanlarından biridir. Destanın kahramanı olan Şu, bilginlerin tahminlerine göre MÖ dördüncü yüzyılda yaşamış bir Türk kaganıdır. Şu Destanı’nın konusu, Makedonyalı İskender’in Asya içlerine doğru ilerlerken Türkler’le yaptığı savaşlardır (?). Ama, türkolog Zeki Velidi Togan’a göre, destanda adı geçen İskender’in Makedonya’lı İskender ile bir ilgisi yoktur ve Şu Destanı’nın konusu Makedonyalı İskender’in istilası değil daha önceki yüzyıllarda oluşmuş bir Aryani istilasıdır.
Destanda Türk boylarının oluşumu ve Türkler’in kent yaşamına geçmeğe başlamaları da anlatılmaktadır. Ayrıca, ulusunu bir istiladan korumak için çaba gösteren bir kaganın kaygılarının ince bir biçimde işlenmesi, destana ayrı bir özellik katmaktadır.. Şu Destanı, kendisinden sonra oluşacak Türk destanlarının ana çizgilerini ve süslemelerini belirlemiştir.
Şu Destanı, kimi bilginlere göre Saka Türkleri’nin destanıdır. Şu destanında müzik ve ezgi önemli bir rol oynar; ama bu müzik insan sesine değil, sazların sesine dayanır. Destanın kahramanı genç kagan Şu, Türk destanlarının yerinde durmayan hareketli ve atak yiğitlerinden daha değişik bir yapıdadır. Kagan Şu, beden ve ruh yapısı ile daha çok, Osmanlı hakanı 3. Selim’i andırır. Şu Kagan, 3. Selim gibi içli, sanatçı, düşünceli ve mantıklı bir kimsedir. Sarayının kapısında günde 365 nöbet çalınır.
Hun Devri Destanları
1.Oguz Kagan Destanı:
Hun – Oğuz Destanı :
Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn’in Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı islâmî varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü’l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Oğuz Kağan Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan’ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergadanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu.Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı.Çeşit çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere kağan oldumAlalım yay ile kalkanNişan olsun bize buyanBozkurt olsun bize uranAv yerinde yürüsün kulanDana deniz, daha mürenGüneş bayrak gök kurıkanOğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi:” Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm”. Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü.Kırk gün sonra Buz Dağ’ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi.O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: ” Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı.Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e “Kıpçak” adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: ” Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun.” dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu.Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.
Gökturk Destanları
1.Bozkurt Destanı:
Bozkurt Destanı, bilinen en önemli iki Kök-Türk destanından biridir (ötekisi Ergenekon Destanı’dır; ayrıca Ergenekon Destanı’nın, Bozkurt Destanı’nın devamı olması güçlü bir olasılıktır). Bu destan bir bakıma Türkler’in soy kütüğü ve var olma öyküsüdür. Ayrıca, Türk ırkının yeni bir var oluş biçiminde dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı, Bilge Kagan’ın Orkun Anıtları’ndaki ünlü vasiyetinin ilk sözleri olan “Ben, Tanrı’nın yarattığı Türk Bilge Kagan, Tanrı irâde ettiği için, kaganlık tahtına oturdum.” tümcesi ile birlikte düşünülecek olursa, soy ve ırkın nasıl yüceltilmek istenildiğini de anlatmaktadır. Destan, Çin kaynaklarında kayıtlıdır. Bozkurt Destanı’nın iki ayrı söyleniş biçimi vardır. Ama bu iki varyant arasındaki fark azdır ve Çinliler’ce yazıya geçirilirken ad ve sözcüklerin Çince’ye uydurulma gayreti yüzünden ortaya çıkmıştır. Kimi araştırmacılar, Türkler’le ilgili başka bir kurt efsanesini de katarak bu varyant sayısını üçe çıkarsalar da, aslında onların Bozkurt efsanesinin üçüncü söylenişi dedikleri bu destan, Hunlar çağındaki Usun Türkleri’nin bir efsanesidir. Bu efsane, Hunlar ve Kurt adlı bölümde anlatılmıştır. Bozkurt Destanı, Çin’de hüküm sürmüş Chou hanedanının resmi tarihinin 50. bölümünde ve yine Çin hanedanlarından olan Sui sülalesinin resmi tarihinde kayıtlıdır.
Bozkurt’tan türeyiş efsaneleri, Türk mitolojisinin en ileri ve romantik bölümüdür. Türk mitolojisinde genel olarak tüm millet düşmanlarca yok edilir, geriye yalnızca bir çocuk kalırdı. Türk özelliğini taşıyan birçok efsanede bu motifi bulmak mümkündür. Aşağıda yer verilen Bozkurt Destanı’na göre Türkler, eskiden Batı Denizi adlı bir yerin batısında oturmakta idiler. Efsanedeki Batı Denizi, Aral Gölü olabilir. Batı Denizi’nin Altay Dağları ya da Tanrı Dağları üzerinde bir göl olması da muhtemeldir. Destandaki, geriye kalan tek çocuğun kolları ile bacaklarının kesilerek bir bataklığa atılması da, Türk mitolojisinde önemli bir yer tutar. Bu tür bataklık motifleri, Hun ve Macar efsanelerinde de vardır.
2.Ergenekon Destanı :
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ”Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur!”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, “Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan’ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ”Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ”Ergenekon” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ”Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ”Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
Uygur Devri Destanı
1.Türeyis Destanı:
Bir Uygur destanıdır. Büyük Türk İmparatorluğunu Göktürkler’ den devralan Uygur Türkler’ i, Türeyiş Destanı ile soylarının vücut buluşunu anlatırken aynı zamanda da, bütün Türk boylarında hakim bir inanış olarak beliren, soyun ilahi bir kaynağa bağlanması fikrini bir kere daha belirtmiş olmaktadırlar.
Uygur Türeyiş Destanının, Göktürk-Bozkurt Destanı ile çok yakın benzerlikleri, ilk okuyuşta anlaşılacak kadar açıktır. Hemen bütün Türk Destanlarının birinci derecedeki unsuru olan kurt motifi, gerek Türeyiş ve gerekse Bozkurt Destanlarında bilhassa ilahileştirilmekte ve neslin başlangıcı ve devamı bu ilahi motife bağlanmaktadır.
Türeyiş Destanı, aslında bir büyük destanın başlangıç kısmına benzemektedir. Büyük bir ihtimalle, Göktürk-Bozkurt destanı gibi Uygur Türeyiş Destanı da, ilk büyük Türk Destanı olan Yaradılış Destanının etkisi altında gelişip meydana getirilmiş, daha dar bir muhitin veya daha tecrit edilip kavimleşmiş bir soyun küçük çapta bir yaradılış destanıdır. Nitekim, bundan sonra göreceğimiz, yine bir Uygur Destanı olan Göç Destanı, Türeyiş Destanının tabiî bir devamı intibaını vermektedir.
Destan:
Büyük Hun Hakanlarından birinin iki kızı vardı. Kızlarının ikisi de bir birinden güzeldi. Öyle güzeldi ki, Hunlar, bu iki kızın da, ancak ilahlarla evlenebileceğine inanıyor ve bu kızların İnsanlar için yaratılmadığını söylüyorlardı.
Hakan da aynı şekilde düşündüğü için kızlarını İnsanlardan uzak tutmanın çarelerini aradı. Ülkesinin en kuzey ucunda, İnsan ayağı az basan veya İnsan ayağı hiç görmeyen bir yerinde, çok yüksek bir kule yaptırdı. Kızların ikisini de bu kaleye kapattı. Ondan sonra da aklınca inandığı tanrısına yalvarmağa başladı. Öyle bir yalvarıyor ve öyle yakarışlarla tanrısını çağırıyordu ki nihayet bir gün, Hakanın kendi aklınca inandığı tanrısı dayanamadı ve bir Bozkurt şekline girip geldi. Hun Hakanının kızlarıyla evlendi.
Bu evlenmeden birçok çocuklar doğdu; bunlara Dokuz Oğuz- On Uygur denildi ve bu çocukların hepsinin de sesi Bozkurt sesine benzedi, yine bu çocuklar, birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar
2.Göç Destanı :
Bugün Orkun ırmağının kıyısında bir kent kalıntısı ile bir saray yıkıntısı vardır ki çok eskiden bu kente Ordu-Balıg denildiği sanılmaktadır. Göç Destanı, bu kentteki saray yıkıntısının önünde bulunan anıtlardan birinde yazılıdır. Bu yazıtlar, Hüseyin Namık Orkun’a göre, Mogol hanı Ögedey döneminde Çin’den getirilen uzmanlara okutturulup tercüme ettirilmiştir.Göç Destanı’nın Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlara göre iki ayrı söyleniş biçimi vardır. Bu iki ayrı söyleyiş biçimi birbirine ters düşer nitelikte değil birbirini bütünler niteliktedir. İran kaynaklarındaki söyleyiş biçimi, tarihsel bilgilere daha yakındır. Ayrıca İran söyleyişi, Uygurlar’ın maniheizm dinini benimseyişlerini anlatan bir menkıbe niteliğindedir. İran söyleyişi Cüveynî’nin Tarih-i Cihangüşa adlı eserinde yer almaktadır.Destanda adı geçen Bögü Kagan, MS 8. yüzyılda yaşamış bir Uygur kaganıdır. 763 yılında Bögü Kagan, Mani (Maniheizm) dininin rahiplerini çağırıp onları dinlemiş ve bu dini Uygur Devleti’nin resmi dini olarak kabul etmiştir. Aşağıdaki efsanenin kahramanı olan Bögü Kagan, Mani dinini benimseyip yayan bu kagandır. Bögü Kagan’ın Mani dinini kabul etmesi, Göç Destanı’nın İran kaynaklarına göre olan varyantında anlatılmaktadır. Bu bağlamda efsanenin gerek konu, gerekse dayandığı inançlar bakımından Mani dininin ilkelerine dayanması gerekirdi. Ancak durum tam olarak böyle değildir. Göç Destanı’nda Bozkır Kültürü ağır basmış ve efsanenin ana motifleri Orta Asya ögeleri ile donanarak Eski Türk inançları Maniheizm ve Budizm inançlarını adeta efsanenin dışına itmiştir.Türk destanlarının kuruluşunu ve gelişmesini hazırlayan cihan devleti olma ülküsünün Göç Destanı’nda kutsal bir inançla yaşatıldığı görülür. Oguz Kagan, Alp Er Tonga (Afrasyab) ve Ergenekon destanlarında görülen bu ülkünün Göç Destanı’na da işlenmesiyle, Türk destanlarının yapı bakımından belirgin bir bütünlük kazandığı görülür. Türk destanlarının ayrı adlarla farklı zamanlarda kurulmuş gibi görünmelerine karşın, destanların oluşumunda aynı boyların etkili oluşu destanların aynı kaynakta birleştiklerini kanıtlar.Çin ve İran kaynaklarınca bir çok kez sözü edilen Göç Destanı ile ilgili en önemli kaynaklardan biri İranlı tarihçi Cüveynî tarafından yazılmış olan “Tarih-i Cihangüşa” adlı yapıtdır. İkinci önemli kaynak da son Uygur hanlarından Temür Buka (Demir Boğa) adına dikilmiş olan mezar taşı yazıtıdır. Bu yazıtın metni sonradan özet olarak Çin tarihlerine geçmiş ve kimi Avrupalı yazarlar da ikinci elden kaynaklardan bu bilgileri özet olarak aktarmışlardır.
DESTAN TÜRLERİ
1.Dogal Destan:
Doğal Destan: Çok eski dönemlerde ulus vicdanında derin izler bırakan bir tarih ya da toplum olayının , yine o devirlerde ulusal bir ozan ya da çeşitli saz ozanları tarafından söylenen biçimine doğal destan denir.
DOĞAL DESTANIN ÖZELLİKLERİ
Anonim bir özellik taşır.
Çoğu manzumdur; nazım ve nesir karışık olanına az rastlanır.
Nazım biçimi ve uyak , destanı yaratan halkın geleneğine bağlıdır.
Gerçek ve gerçekdışı olaylar iç içedir.
Destan kişileri beden ve karakter özellikleri bakımından hem olağan hem de olağanüstü özellikler taşır.
Destanlarda anlatılan olayların zamanı aşağı yukarı bellidir.
Destanlar çok uzun manzum öykülerdir.Kırgızlara ait Manas destanı 400 bin dizeden oluşur.
Destanlarda daha çok kahramanlık, yiğitlik, dostluk , aşk , ölüm , yurt sevgisi konuları işlenir.
DÜNYA EDEBİYATININ EN ÜNLÜ DOĞAL DESTANLARI:
- İLYADA VE ODYSSEİA( Homeros) :Yunanlıların Toroia Savaşına gidiş dönüşlerini anlatır.( YUNAN DESTANI)
- ŞEHNAME ( FİRDEVSİ ) İran – Turan mücadelelerini , İran’ın kahramanı Rüstem’in yiğitliklerini , Büyük İskender’in İran’ı işgalini anlatır. ( İRAN EDEBİYATI)
- KALEVELA (LÖNROT) : Doğaya karşı savaşan Finlilerin erdemlerini , bilgeliklerini anlatır. ( FİN EDEBİYATI)
- MAHABHARATA ( HİNT EDEBİYATI)
- RAMAYANA ( HİNT EDEBİYATI )
• İGOR : 12.YY da Kıpçak Türkleriyle Rusların yaptıkları savaşı anlatır. ( RUS EDEBİYATI)
• OĞUZ KAĞAN : Hunların Orta Asya’ da Türk birliğini nasıl kurduğunu anlatır . ( TÜRK EDEBİYATI)
2.Yapma Destan:
Yeni ve yakın çağlarda , herhangi bir tarih olayının bir ozan tarafından destan kurallarına uygun olarak yazılmış biçimine yapma destan denir.
Bunlar sanatsal amaçlı destanlardır.Bilinen bir sanatçının ortaya koyduğu destanlardır.
DÜNYACA ÜNLÜ YAPMA DESTANLAR
KAYBOLMUŞ CENNET: Ademle Havva’nın cennetten yeryüzüne inişleri anlatılmıştır.(J. MİLTON – İNGLZ EDEB.)
KURTARILMIŞ KUDÜS: I. Haçlı seferinde Kudüs’ün alınışı anlatılır. ( T.TASSO- İTALYAN EDEB.)
İLAHİ KOMEDYA : Öteki dünyaya Dante’nin yaptığı 7 günlük gezi anlatılır.( DANTE- İTALYA EDEB.)
Üç ŞEHİTLER DESTANI: Kurtuluş Savaşından bazı kesitler anlatılır .( F.H. DAĞLARCA- TÜRK EDEB.)
YAZILI EDEBİYAT:
Yazılı edebiyat, Türkler arasında yazının kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Eldeki en eski ürünler 5. ve 6.yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen Yenisey Kırgızlarına ait balbal adı verilen mezar taşlarıdır. Ancak bu yazıtlar, adlar ve birkaç sözcükten oluşan Türkçe sözlerden ibarettir. Bu yazıtlardaki alfabe daha sonraki dönemlerde kullanılan Göktürk alfabesine göre ilkel bir nitelik taşır.
Yazılı edebiyata ait en önemli örnekler 8.yüzyılda dikilen ve günümüze dek ulaşan Göktürk Kitabeleri‘dir. Bu yazıtlara bugün Moğolistan‘da bulunan Göktürk Kitabeleri,Orhun Irmağı‘nın eski yatağı üzerinde bulunduğu için Orhun Yazıtları (Anıtları/Kitabeleri) denmiştir. Göktürk Kitabeleri‘de Yenisey Yazıtları gibi dikili taşlar üzerine Göktürk alfabesiyle yazılmıştır.
Yazıtlarda Doğu Göktürklerin tarihinden, komşularıyla olan ilişkilerinden savaşlarından ve yönetiminden söz etmektedir. Canlı bir söylev dili ve üslubu vardır. Bu yazıtlar,Türk dili tarihi açısından önemli belge niteliği taşır.
Yazılı Dönem Ürünleri
- Orhun kitabeleri
- Uygur Metinleri
Orhun kitabeleri: Çinlilere karşı bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta savaşan Köktürklerin hikâyesi bu yazıtlarda anlatılmaktadır. Bu abideler 38 harfli olan Köktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları 3 tanedir.
1.Tonyukuk Yazıtı:Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savaşlar anlatılmaktadır.
2.Kül Tigin Yazıtı:Göktürk hakanı Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tiğin’in ölümü üzerine Bilge Kağan tarafından dikilmiştir.
3.Bilge Kağan Yazıtı:Göktürk hakanı Bilge Kağan’ın ölümünden sonra yazdırılmış bir abidedir. Son iki yazar daha çok dönemin olaylarından, törelerden ve Bilge Kağan’ın ulusuna dilediği iyi dileklerden söz eder.
- “Türk adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk Edebiyatı’nın ilk yazılı örnekleri olan Köktürk abidelerinde yazılar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur.
Uygur Dönemi Eserleri:Köktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikâyenin yanında *”kökünç” denilen bir ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır.
Arkadaslar Destan Dönemi Edebi Eserleri Hakkında Bilgiler Bunlardır Ben Sahsen Yapıp Hocaya TésLim Ettim . . .